29 Temmuz 2022 Cuma

25 YILINI DOLDURAN KADINLARA EVLİLİK EMEKLİLİĞİ HAKKI


 

Hüdapar dün Twitter’da yaptığı kampanyada 25 yıl evli kalan kadınlara emeklilik hakkı tanınması gerektiğini söylemektedir. 

 

Partinin genel başkanı Yapıcıoğlu Adana’da yaptığı konuşmasında ‘’aile kurumunun önemi’’ne vurgu yapmaktadır. Kadın-erkek veya diğer yönelimlerin ilişkilerini aileye hapsetmek toplumu anlamamaktır. 

 

Evlenmek maddi yükü ağır bir aktivitedir. Bunun yerine kişi bireysel faydasını gözeterek elindeki parayı kendi kişisel veya mesleki gelişimi için harcayabilir. Yapıcıoğlu evlenmek isteyip maddi imkanlarından dolayı evlenemeyen insanlar için bir fon oluşturmayı önermiştir. Evlenmek temel bir gereksinim olmadığı için buna bütçe harcamayı mantıklı bulmam. Evlilik bir dayatma değil olsa olsa bir seçenek olur. 

 

Yapıcıoğlu ‘’Evlilik konusunda biraz cesur olun.’’ demiştir. Aslında kişinin kendi arzuları doğrultusunda sevdiği bir kişi ile istediği gibi yaşamak konusunda cesur olması gerekir. Örneğin 16/17 yaşında bir kişi severek evlenmesini savunmak onların kendi arzularını istedikleri gibi yaşamasını savunmak anlamına gelebilir. 16/17 yaşında bir kişi kendi rızasıyla evlilik dışı cinsel ilişkiye girebilmektedir ve bu bizi ilgilendirmez. Çocuk doğduğundan itibaren ayrı bir bireydir aslında. Transeksüel yapıdaki çocuklara hormon bloklayıcı verilebilirken (ki buna da kimse karışamaz) erken yaşta seven çocukların da haklarına saygı duyulup güvenli ve haklarını koruyabilecekleri şekilde birlikte yaşayabilecekleri durumlar sağlanabilir. Burada Yapıcıoğlu’nun üniversite çağında evlenmek isteyenlere evli yurtlar yapılması önerisi bayağı yapıcı. Aslında karma yurt fikri her türlü iyi. İdeal olan kimsenin evlenmemesidir. Mülkiyet her şeydir. Devlet bir tekeldir. Yani senin paranı (zorla) alır, bunun karşılığında sana küfretme hakkı olduğunu düşünür. Devletin olmadığı bir toplumda ise özel hukuk firmaları devreye girip gereken hakları koruyabilir. Mirasçı bırakmadan vefat edenlerin mirası ile başkalarının zevki giderilemez. 

 

 

Yapıcıoğlu konuşmasının devamında geleneksel aile yapısı haricindeki aile yapılarına küfrediyor. Erkek çocuğunun oğlanlıktan erkekliğe geçişi için rol modele ihtiyacı var. Bu rol model geleneksel ailelerde ‘’baba’’ olabilir. Tek babalı, ya da iki erkekli ebeveynde yine ‘’baba’’ olabilir. Tek anneli veya iki kadınlı ebeveynde ise ‘’amca’’, ‘’dayı’’ olabilir. Ya bunlar yoksa ya da varolan, görevini yerine getiremiyorsa? O zaman toplum olarak hepimizin sorunudur bu. Bunun için para ile satın alınan mentorler, kişisel gelişim kitaplarına başvurulabilir. Hiçbiri olmuyorsa aslında para ile karşılığı hiç ölçülmeyecek olan erkek dayanışması geliştirilebilir. ‘’Güçlü aile, güçlü toplum:’’ söylemi yerine ‘’Güçlü erkek, güçlü toplum.’’ söylemi daha doğru olur. Güçlü erkekliğin varlığı bir erkek dayanışmasıyla mümkün olabilir. İçinde yaşadığımız internet ortamında erkeklik öğretilerinin çeşitliliği daha sağlıklı bireyler yetiştirilmesine katkı sunmaktadır. 

 

Yapıcıoğlu’nun önerilerinden biri şudur: Evli olan insanlardan vergi alınmamalı. Bu bekar insanlara haksızlıktır. İnsanlar üzerinde evli-bekar ayrımı yapılarak baskı oluşturulamaz. Bekar erkek bir kraldır. Yani hukukunu devletin belirlediği davranış kalıplarına göre yaşamak zorunda hissetmeyen erkektir. İnsanlara maddi destek, para üzerinden bir yönlendirme yapma projesinin tutmayacağını düşünüyorum. Yapıcıoğlu’nun bir diğer önerisi çocuklu olan ailelere çocuk bakımı için ekstradan para desteği sağlanmalı. Bu makul bir öneri gibi duruyor. Diğer önerisi ise şudur: Evli olan kadınların evliliği 25 yıl sürdürmeleri halinde onlara emeklilik hakkı tanıma imkanı getirilmelidir. Bu çok vahim bir öneridir. Bu ayrıcalık sadece kadınlara verilmektedir. Bu durum ev idaresi için temel gereksinimlerin organizasyonunu kadınla bölüşen erkeklere haksızlıktır. Buradaki diğer vahim taraf ev içi emeğin iş olarak görülmesidir. 

 

İdeal bir toplum hayal edebiliriz ama ben bu devletin içinde yaşıyorsak beklentide bulunma hakkına sahibiz diye düşünüyorum. İdeal olan herkesin kendisini özgürce gerçekleştirebildiği bir toplum, gerçek ise elimizdeki imkanları en iyi şekilde kullanmak. Devletten zorunlu olarak beklenilen şeyler özel bir şirketin sosyal sorumluluk projesi olarak da beklenebilir. Vergi yükü ile sosyal hizmet arasındaki gerilimi çözmenin tek bir cevabı yok sanırım. Bahsini açtığım konular bu yazıda ütopik düzeyde tartışılmaktadır. Ütopik tartışmanın önemi de bazı genelgeçer durumları ifade edebilmektir. 

22 Temmuz 2022 Cuma

KAYBEDENLER KLÜBÜ

 

 

Mete Avunduk ve Kağan Çaydanlı ‘’Kaybedenler Klübü’’ adı altında bir radyo programı sunmaktadır. Programa canlı bağlanan kadınlara ‘’Sizinle yatmış mıydık?’’ diye sormaktadırlar. Mete ve Kağan içlerindeki, kadınlarla yatma arzusunu bastırmayıp olduğu gibi dışa vurmaktadırlar. Onların bu davranışı iletişime cüretkar bir hava katmaktadır. ‘’Bu akşam niye birlikte yatmıyoruz?’’ Bu serzeniş, arzularımızı niye ve kimin için bastırıyoruz sorularını sordurur. Kağan yayındaki kıza şöyle der: ‘’Ben bu akşam sizinle yatacağımı biliyorum ya, şöyle hissediyorum.’’ Mete: ‘’Sakinlik oluyor ya.’’ Kağan ‘’Sakinlik değil, taş gibi oluyorum.’’ Telefon birden kesilir. Programı bitirip ‘’pompaya’’ yani kız tavlamaya çıkarlar. 

 

Köfte yemeğe çıktıklarında Kağan şunu der: ‘’Hiç satmayan kitaplar basıp hiç dinlenmeyen bir radyo programı yapıyorum.’’ (Üstelik radyodan para alamamaktadırlar) Mete: ‘’Bu çok iyi.’’ der. Hakikaten de çok iyidir. Çünkü insan kendi iradesine göre hareket etmiştir, kendi istediği gibi konuşup yazıp çizmektedir. Ben de okunmayan bir blog yazarı olarak (her yazım en fazla 10 kişi tarafından okunuyor) bu durumdan epey memnunum. Çünkü eğer 10 değil de 100 kişi okuyup 90’ı kafasındaki farklı değer yargıları üzerinden fikirlerimi sunmamı engellemeye kalksaydı benim dezavantajıma olurdu. Teknik olarak herkesin herkesi beğenmesi mümkün değil, çünkü herkes aynı değil. Herkesi aynı yapmaya çalışmak hastalıklı bir düşünce yapısıdır. Benzer şekilde herkes tarafından beğenilme kaygısı da öyle. 

 

Barda Mete’nin yanına bir kız gelir. Kadınlarla tecrübeli, seks yapmayı seven ‘’Mete’’’nin kokusunu alıyorlar kızlar. 

 

Mete programda eski sevgilisini hatırlamıştır. Kağan: ‘’Hangisini?’’ diye sorar. Mete: ‘’Onu hatırlayamadım.’’ der, ‘’Hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu?’’ Kağan: ‘’Evet fark ettim bunu, her fark ettiğimde de gitmek istedim. Bazı insanlar aile kurmayı hedeflerler, bazılarıysa başka türlü şeylere değer verirler. Değer verirken niye değer verdiğini düşünmez birey, toplum içinde erimiş olan birey.’’ Hayatın iplerini eline almış olmak bu ne yapacağını bilmezlik baskısı altından kurtulmak demek oluyor. Mesela Kağan’ın dediği gibi ‘’Koleje gitmek’’ yani başarılı olmak baskısı altındayız. Kimin için, ne için? Ben sayısalcı olmama rağmen yazı yazmaya ilgi duyduğum için beni geliştirsin diye sosyoloji okudum. Sayısal becerilerim sözel becerilerime tur bindiriyor olmasına rağmen böyle bir seçim yapmış olmaktan ötürü mutluyum. İstediğin şeyi yaptığını hissediyorsan (ki akşama yetişmem gereken bir kişisel gelişim atölyesi var ama bu yazıyı bitirebilecek miyim bilmiyorum -bitiremedim-) kaybetmek diye bir şey yoktur. Neyi kaybetmişsindir ki? 

 

Mete’nin annesi radyo programını dinlemiştir. ‘’Hoşuma gitti.’’ der. Bazen desteğin nereden geleceği belli olmuyor. Önyargılı davranınca şaşırabildiğin durumlar oluşabiliyor. Bir şeyler üretmenin kaybettireceği hiçbir şey yok o yüzden. ‘’A kişisi’’ beğenmedi ama ‘’B kişisi’’ beğendi. Mete’nin annesi ‘’’Kızlar alınmıyor mu siz öyle deyince?’’ diye sorar ve birlikte gülerler. Yani A tipi kız alınırken B tipi kız alınmayabilir. 

 

Kaybedenler Klübü programına şikayetler gelmektedir. Bu durum hiç şaşırtıcı değildir. Bu seferki programa şikayetlerin sayısı artmıştır ve tam 385 tane şikayet gelmiştir. Kadın müdür kadına utanarak ‘’Programda kadına seks teklif etmişler, sonra 20. yüzyılın en popüler seks pozisyonlarını oylamışlar’’ demektedir. Şikayet mektuplarında ‘’Terbiyesiz’’ hakareti geçmektedir, bu insanların beğenmedikleri, kendi değer yargılarına uymayan şeyleri aşağılayıp yok etme eğilimlerini yansıtmaktadır. Müdür, diğer kadın kapıdan çıkarken şu soruyu sorar: ‘’Hangi pozisyon 1. olmuş?’’ Buradan şu sonuç çıkmaktadır. Cinsellik aslında herkesin yaptığı, merak ettiği bir şeydir. Özellikle kadınlar beğenmediği erkeklerden seks isteği alınca kendilerine saldırılmış gibi hissetmektedirler. Ama onların beğendiği erkekler de vardır. Yani senin ifade özgürlüğün onun seni beğenmesine bağlıymış gibi aşırı otoriter bir eğilim söz konusudur. Burada şu soru sorulmalı: Teklif ederken onun seni isteyip istemeyeceğini nereden bileceksin? Varsayım yapman gerekir. Şöyle mi varsayım yapacaksın: ‘’O beni istemeyecek.’’ Ya da şu: ‘’Belki beni isteyebilir.’’

 

Mete ve Kağan kızlı erkekli bir grupta oturmaktadır. Mete takıldığı kızın ismini unutur ve sorar. Kız da kendisini prenses zannettiği için hatayı kabullenmez ve Mete’ye ‘’göt’’ diyerek hakaret eder ve masadan ayrılır. Diğer kız Mete’yi çok kadınla birlikte olduğu için isimleri hatırlamadığını söyleyerek Mete’yi aşağılamaya çalışır. ‘’Neden bir kadın yetmiyor?’’ der. Bir kadın yetmiyordur, yetmemelidir de. Filmin başında Kağan’ın dediği gibi kadın erkeğe sahip olmaya başladığı an (bunu hayatına sokarak ya da sokmadan yapabilir) erkeğin gitmesi gerekir. Bu yara almamak, kazıklanmamak için kontrolün elden bırakılmamasıdır. Tek bir kadının ilgisine kapılmayıp kadın ‘’stoklamak’’ ilgiyi dağıtmak açısından iyi bir seçenektir. Ben uzun yıllar bana en ufak ilgi kırıntısı vermemiş bir kadına takıntı bozukluğu çekmiş bir insan olarak bu taktiği uygulayıp zihnime bu anlayışı yerleştirdiğim zaman bu durumun üstesinden geldiğim için konuşuyorum. Sen onu ‘’sevdin’’, ‘’özel bir kadın’’ olduğuna inandın, sevişmek istedin ama onun umrunda değil. Bu hayatın gerçeği. Seni bir şekilde hayatına sokup sonra fikrini değiştirip çekip gittiğinde de umrunda olmayacak, sen niye umursayasın?

 

Mete ve Kağan kızlarla kesişirken yalnızlıktan yakınmaktadır. Yalnızlık göreceli bir kavram. Bazen yalnızlığı seversin, bazen de yalnız olmak istemezsin. Yalnız olduğunu düşündüğün an, bakarsın ki başkaları sana yalnızlık etiketini yüklemiş. Yalnız değilsindir, sadece hayatının üzerinde mutlak kontrolün olmadığı için (ki bu imkansız bir şey) hayatında olan şeylerle barışık bir şekilde yaşamayı hedef edinmişsindir. Filmde de söylendiği gibi: Bazı insanlar aile kurar bazısı kurmaz, bu çok normal.  

 

Bir sonraki sahnede Ferdi Özbeğen’in Dilek Taşı şarkısı çalmaktadır: ‘’Gözümde canlanır, koskoca mazi. Sevgilim nerede ben neredeyim. Suçumuz neydi ki ayrıldık böyle, kaybolmuş benliğim bak ne haldeyim. Efkarım birikti sığmaz içime, bin sitem etsem de azdır kadere, gülmeyi unutan yaşlı gözlere, mutluluktan haber ver dilek taşı.’’  Bu tür olumsuz duygulara kapıldığımızda şunu önermeyi hatırlamakta fayda var: Bizi üzen olaylar değil, olaylar hakkında ne düşündüğümüzdür. Kadere sitem etmenin mutsuzluk getirmek dışında faydası yoktur. 

 

Mete müdürün yanına gittiğinde müdür ‘’Programa reklam alıp size para ödeyebiliriz ama dozunu biraz ayarlayın.’’ diyerek program hakkında pazarlık yapmaya çalışır. Çünkü radyonun kapatılma tehlikesi vardır. Mete tabii ki programda kısıtlama yapmaya karşı çıkar. 

 

Mete şunu demektedir: ‘’Aşık olmak anlık bir şey. Birden her şeyin çok parlak göründüğü, birden en pastel renklerin bile ısınmaya başladığı, birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an.’’ Yani ayvayı yediğin andır. ‘’İnsan karar vererek aşık olmaz, sadece bir bakar, olmuş.’’ Evet, uzun yıllar önce hoşlandığım kadınların ağızlarını açıp ‘’a’’ demeleri bile hoşuma gidiyordu bu aynı şuna benziyor: Kahve zinciri dükkanlarındaki ultra şeker şuruplu karışımların insana güzel ve cezbedici gelmesi gibi. Bir kadına karşı böyle hissetmeyi özlüyor muyum? Tabii ki hayır. Kadına karşı heyecanlanarak kapılıp gittiğinde ‘’Kadıköy’deki Beşiktaş iskelesinden mi bahsediyor yoksa Beşiktaş’taki mi’’ anlamazsın, çünkü sormayı düşünemezsin. Üstelik seni hiç sevmediğini söyleyen bir kadına ‘’romantik olmaya’’ çalışırsan; çünkü öyle olsun istemiş, özenmişsindir, o ve onun gibi hissettiğin diğer kadınlar sana yıllardır bu romantizmi sunmadıkları için gram suçlu hissetmezler; üzülürsün ama bir sonucu olmaz, hayal kurduğun için üzüldüğünle kalırsın. Yani kadınların doğduğum bugünden itibaren geçirdiğim 30 yılda vermediği şeyi beklemek biraz abuk oluyor. En sağlıklısı ilişkilerin sonlu olabileceğini kabullenmek. Yani yüksek ihtimal olmasa (çünkü annenin duyduğu sevgi biraz farklı) da annenle ilişkinin bile sonu olabilir. 30 yılda insan değişip hayatında bir sürü şeyler başarabilir. Ama ilişki kurduğun kadın bu değişimi, başarıyı sevecektir. 

 

Kağan ‘’Beşiktaş iskelesinde’’ kadınla buluşur. Beraber yemeğe çıkarlar. Kadın sorar: ‘’Çok böyle buluşmalara çıkıyor musun?’’ Kağan yanıt verir: ‘’Hiç’’ Eve gittiğinde hiç kanepeden kalkmayarak yaşam süren ev arkadaşına ‘’Bu kız farklı.’’ der, ‘’Uzun zamandır böylesiyle tanışmamıştım.’’ 

 

Programda şöyle derler: ‘’Kaybedeceğin bir şey olmadığında özgürsündür, ama bunu kim sağlayabilir bilmiyorum.’’ Bu konuda Karl Marx’tan yapılan alıntı şudur: ‘’Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok.’’ 

 

Programın ‘’samimiyeti’’ insanları cezbetmektedir. Zaten önemli olan da bu değil midir? Dürüstlük, açıklık, samimiyet. Herkesin hoşuna gidecek, alkış tutacakları yalanlardansa gerçekleri ifade etmek. Mete annesine ‘’Sence ben çok mu boş yaşıyorum?’’ diye sorar. Annesi ‘’Sen ne düşünüyorsun?’’ diye sorduğunda ‘’Yoo.’’ der. İstediğin bir yaşam için bedel ödemek gerekir ama Mete’nin dediğine göre herkes o bedeli ödemeyi göze alamaz. 

 

Düzenlenen yalnızlar partisinde bütün yalnızlar partner bulmak için mekana doluşurlar. Kızlar kendi aralarında programdan bahsetmektedir: ‘’Hiçbir şeyi çekinmeden konuşuyorlar, ne güzel.’’ 

 

‘’Bağrı yanık dostlara merhaba.’’ Programın izlenme oranları yükselmiştir. Demek ki tanınırlık, kendiliğinden gelebilen bir şey. Bir şey ürettiğinde sesini duyan, anlayan birileri muhakkak var. 

 

Program insanların hayatını değiştirmiş, hayata karşı kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamıştır. 

 

Kağan’ın kız arkadaşını değerli halısına dondurma dökmemesi için uyarır. Kadın da sinirlenir ve Kağan’a hiç saygı göstermeyerek dondurmayı kasıtlı olarak halıya döker. Kadın Kağan’ın programı sunuş şekline karışmak istemektedir. Kağan başka kızlara yatma teklifi ettiğinde kıskanmaktadır. Bu rahatsızlığını ‘’dırdır’’ yöntemiyle Kağan ile paylaşır. Kadın Kağan’ın zekasını yani potansiyelini heba ettiğini düşünmektedir. Kağan da şunu der: ‘’Kasma bu kadar. Ben buyum kızım. Hiç saklamadım. Sana hiç yalan söylemedim. Hiç değişmedim. Benden memnun değilsen, siktirip gidersin.’’ Kağan kadının tanıdığı en zeki adamdır, yani onun yüksek değerli bir erkek olduğunu düşünmektedir. Onu acaba başka kadınlarla paylaşmak hoşuna gider mi? Kadın da gitmek yerine Kağan’ı değiştirmeye çalışıyor, oysa ki onu öyle tanımış ve sevmişti. Kadın Kağan’ı aşağı çekme projesinde başarılı oldu diyelim, sonra ne olacak? Onu sevmeye devam edecek mi? 

 

Birini seviyorsan o kişi için en iyisini istersin. O kişinin kendisi için en iyi yolu bulmasına izin verirsin. ‘’Yurt dışında iş teklifi aldım, ama gitme demezsen gitmem.’’ diye bir mantık olamaz! Kadın Kağan’dan bencillik yapmasını mı beklemektedir? ‘’Gitme ağlarım bak.’’ diye duygu sömürüsü yapıp kadının kendisi için en doğru kararı vermesine engel olmaya mı çalışmasını beklemektedir? Kağan’ın bu tür bir psikolojik saldırı karşısında sessiz kalması onun yaptığı en iyi davranış olmuştur. 

 

Kağan kadının Amerika’ya gitmesi karşısında çok rahattır. ‘’Hatuna ne kadar aşık olduğumu anlamamışım. Ama olmazdı zaten.’’ 

 

Programda Mete şöyle demektedir: ‘’Adalet var mı ya? Adalet olsa halimiz nice olurdu be kardeşim? Adaletli sevelim, bizi seveni biz de sevelim, bizi isteyeni biz de isteyelim, hiç değilse istiyormuş gibi yapalım, o gece sesimizi çıkarmayalım diyorum ya. Pompasına katlanalım. Belki severiz zamanla. Adalet istiyorum ya.’’ Partner seçiminde en önemli kural olsa gerek bu. Erkek olarak kadınlar konusunda seçici olma, seni seveni sev. Bu anlayışımın meyvesini yediğimi de duyurayım. Artık istemsiz bakir değilim bir süredir, yani yıllarca hayatıma hiç kadın girmeme durumunu yok ettim.

6 Temmuz 2022 Çarşamba

A BRONX TALE


 

 

A Bronx Tale filmi 3 erkek üzerine yoğunlaşmaktadır. Çocuğunu kötülüklerden korumak isteyen ‘’işçi sınıfı’’na mensup bir baba figürü olan Lorenzo, yaşadıkları mahallenin bir numaralı adamı olan gangster Sonny ve babasının engellemelerine rağmen onun peşinden giden Calogero. Bu filmde maskülenlik, babalık, liderlik, erkeğin erkeğe duyduğu bağlılık, ırkçılık karşıtlığı gibi konular ele alınmaktadır. 

 

Calogero, Sonny’nin ona verdiği isimle C filmin baş karakteridir. Film 1960 yılında Bronx’un Fordham bölgesinde geçmektedir. Fordham bölgesi Calogero’nin deyimiyle ‘’Kendi içinde bir dünya’’dır. 

 

Filmin başında Calogero 9 yaşındadır ve mahallede erkeklerin kadınlara kur yapmasından bahsetmektedir. Kötü bir örnek görmekteyiz. Erkek azarlayarak kadının arabaya binmesini sağlamaya çalışmaktadır. Kapıyı açarak ısrarla ‘’Arabaya bin’’ demektedir. Böylece kendisini kadına muhtaç gibi göstermiştir. Dolayısıyla kadın onun arabasına binmemiştir. 

 

Calogero Sonny’e hayrandır. Mahalledeki herkes ona tanrı gibi davranmaktadır. Calogero’nun deyimiyle o zaten tanrıdır. Calogero kapının önünde oturur, tüm gün ve gece Sonny’i izlemektedir. Bir gün bir olay olur ve tanışırlar. 

 

Calogero’nun babası Lorenzo otobüs şoförüdür. Annesinin adı da Rosina’dır. Calogeroların evinin yanında Sonny’nin Chez Bippy adında barı vardır ve Peruk Tony adındaki bir adamı o barın kağıt üstünde sahibi gözükmektedir. Lappa Eddie, Balina Jojo, Kahveli Kek Frankie, Nakavt Danny Sonny’nin diğer adamlarıdır. Sonny’nin sağ kolu Fısıltı Jimmy’dir. Mahallede kimse onlara bulaşmaya cesaret edememektedir. 

 

Calogero’nun annesi Rosina, Calogero’nun Chez Bippy’e girdiğini görüp onu oradan çekip alır. Calogero ailesi karşı çıkmasına rağmen sürekli o bara gitmektedir. Annesi onu ‘’Ne işin var.’’ diye azarlayınca ‘’Sadece babamı arıyordum.’’ diye yalan söyler. Bu bir özgüvensizlik belirtisidir. Yalan söylemek bir kolaycılıktır ve aslında yaptığının arkasında duramamak yaptığının doğruluğuna yönelik inancı sorgulatır. 

 

Calogero Sonny’i taklit etmeye çalışmaktadır. Onu ideal erkek olarak görüp rol model almaktadır. Ama Sonny ‘’Ona hiç bakmamaktadır.’’ Calogero’nun Sonny’e imrenerek baktığı bir sahnede Sonny’nin bir adamına dövüş şakası yaptığını görürüz. Bu bir meydan okumadır aslında. Calogero da Sonny’nin adama vururkenki el hareketlerinin aynılarını yapmaya çalışır. Sonny’nin 3 parmağı ile yaptığı özel el hareketi onun imzasıdır. Calogero da onun o hareketini taklit etmektedir. 

 

Evde Calogero bifteğe burun kıvırmaktadır. Calogero’nun canı biftek çekmemiştir. Lorenzo bifteği alıp yiyebilmek için çok çalışmak gerektiğine vurgu yaparak çocuğunu sahip olunanların kıymetini bilmesi için yetiştirmeye çalışmaktadır. 

 

Calogero bir taraftan Sonny ile iletişim kurmak, Sonny gibi olmak istemekte; bir yandan da bunu onaylamayacak olan ailesinden çekinmektedir. Dolayısı ile babasından ona kızar diye orada olduğunu saklamaya çalışmıştır ama başarılı olamamıştır. Babası ona bardan uzak durması gerektiğini söylerken şunu der: ‘’Büyüyünce sebebini anlayacaksın.’’

 

Parlak ve Kaçık Mario Calogero’nun en iyi arkadaşlarıdır.  Beraber Seyyar Satıcı Phil’e sataşırlar. Çocuklar Sonny’i görür ve onu kendi aralarında taklit ederler. Sonra otobüste siyahi birilerini görürler. Siyahi ve beyazların mahalleleri ayrıdır ve birbirlerinin mahallelerine asla giremezler. Bu durum oradaki ırkçılığı bize göstermektedir. Calogero diğer arkadaşlarından farklı olarak ırkçılığı sorgulamaktadır. 

 

Calogero bir trafik kavgasına şahit olur. Adam arabasından iner ve elindeki sopayla öbür arabanın camını kırar. Tam bu anda Sonny adama ateş eder ve adam ölür. Bu olaydan sonra Calogero ve Sonny göz göze gelirler. 

 

Polisler Calogero’yu sorgulamaya Calogeroların evlerine gelirler. Babası Calogero’yu içine düştüğü bu durumdan korumak istemektedir. Çünkü ispiyonculuk, muhbirlik kötü bir şeydir. Bu bir yalancılık değildir. Lorenzo ısrarla polisleri evden göndermeye çalıştığında polisler onu tehdit ederler. Burada Lorenzo ile polisler arasındaki güç dengesizliğini görmekteyiz. Polisler Calogero’nun katilin kim olduğunu göstermesini istemektedir. 9 yaşında bir çocuk olan Calogero içine düştüğü durumda ne yapacağını bilemez ve polislerin teklifini kabul etmek için babasına bakarak onaya ihtiyaç duyar ve kabul eder. 

 

Polis teker teker Sonny ve adamlarını yan yana dizer ve Calogero’dan katilin kim olduğunu söylemesini ister. Calogero Sonny’i koruyarak katilin oradaki kişilerden hiçbirisi olmadığını söyler. Calogero’nun bu davranışı Sonny’nin ilgisini çeker. 

 

Babası Calogero için en iyisini istemektedir. Calogero beyzbola hayrandır. Babasına ‘’Bir gün ben de beyzbol oyuncusu olabilir miyim?’’ diye sorar. Babası şöyle cevap verir: ‘’İstediğin her şey olabilirsin. Unutma, hayattaki en acı şey yeteneğin boşa harcanmasıdır. Dünyanın tüm yeteneğine sahip olabilirsin ama doğru şeyi yapmazsan hiçbir şey olmaz. Doğru şeyi yaptığında iyi şeyler olur.’’

 

Fısıltı Jimmy Lorenzo’ya iş teklif eder. Lorenzo pis işlere bulaşmak istemez. Karısına bu fikrini söyleyince karısı bu teklifi ‘’Mı acaba?’’ diyerek sorgulamıştır. Lorenzo Rosina’ya şunu der: ‘’Bir otobüs şoförüyle evlendiğin için pişman değilsin değil mi?’’. Rosina şöyle cevap verir: ‘’Üniformana âşık olmuştum.’’ Yani Rosina, Lorenzo’nun yapabilitesine odaklanmıştır. 

 

Calogero Sonny’i ele vermeyerek yalan söylediği için günah işlediğini düşünür ve huzursuz olur. Rahibe günah çıkarmaya gittiğinde rahip ona Tanrı’dan güçlü kimse olmadığını söyler.  Calogero bundan emin değildir. Çünkü Sonny’i kafasında bir Tanrı gibi görmektedir. 

 

Sonny Calogero’yu barına çağırarak onunla tanışır.  Calogero ona bir beyzbol oyuncusu olan Mickey Mantle hayranı olduğunu söyler. Mickey Mantle ağladı diye Calogero üzülmüştür. Sonny Calogero’ya şunu söyler: ‘’Mickey Mantle’dan borç para istesen sana vermez. Onun umrunda değilsin, sen niye onu umursuyorsun?’’ Bu sözden sonra Calogero beyzbol hayranlığını bırakır. Kendini eylem düzeyinde yetiştirmek yerine izleyerek tatmin olma maskülen gelişim açısından bir tehlikedir. Herhangi bir takımın fanatizm düzeyinde taraftarı olmak akıllıca bir iş değildir. 

 

Calogero Sonny’e ‘’O adamı park yeri için mi vurdun?’’ diye sorduğunda babasının hep dediği şu cümleyi söyler: ‘’Büyüyünce anlayacaksın.’’ 

 

Calogero artık sürekli Sonny’nin yanına gitmektedir. Orada içecek servisi yapıp bahşiş toplamaktadır. Sonny zarla oynanan barbut adı verilen bir çeşit kumar oyunu oynarken zarı Calogero’ya attırmaktadır. Böylece Calogero’yu koruduğunu da göstererek onun kendisini değerli ve önemli hissetmesini sağlamıştır. 

 

Sonny her zaman çalışmak aptallıktır demektedir. Calogero dünyanın en iyi okulunda okuduğunu düşünmektedir. Sonny ve diğer gangsterlerle takılarak sosyal becerilerini geliştireceğini, böylece herkesten iki kat zeki olacağını düşünmektedir. 

 

Sonny’e Calogero’nun ismi uzun gelmektedir o da Calogero’ya C ismini koyar. Calogero artık C’dir. Sonny C’yi ‘’oğlum’’ diye tanıtmaktadır. Sonny’nin adamı olarak mahallede saygın bir muammele görmeye başlamıştır. Bu durum kişinin çevresinde tuttuğu, çevresine aldığı kişilerin önemini göstermektedir. Her gördüğümüz ve duyduğumuzdan etkilendiğimiz için, bu durumun bizim kişisel gelişimimiz açısından da faydası var. C’nin Sonny’e duyduğu hayranlık sebebiyle ona yakınlaşması dış engellere rağmen iç sesini dinlemesi sayesinde olmuştur. Böyle yapması kendisi için bir başarıdır. 

 

Lorenzo, Sonny’nin bir ‘’baba’’ figürü olarak kendisinin yerini almasından endişe duymaktadır. Çocuğunun Sonny ile ilişki kurmasını engellemek için otoriter olmaya ihtiyaç duyar ve ona tokat atar. Ama asıl tokat gibi yanıtı C vermiştir: ‘’Sonny haklıydı. İşçi sınıfı gerçekten aptal baba.’’ C herkesin Sonny’i sevdiğini babasına söyler. Babası da onu önemli bir konuda uyarır: ‘’Onu sevmiyorlar, ondan korkuyorlar.’’ 

 

8 yıl sonra C 15 yaşındadır. Arkadaşlarıyla kendi klübünü kurmuştur. Babasının kullandığı otobüste siyahi bir kızı görür ve ilk görüşte çok beğenir. Kız da ona bakmaktadır. Kız otobüsten inerken karşılıklı bakışırlar. 

 

C’nin 20 dolarlık borcunu ödemeyen bir arkadaşının davranışına canı sıkılmaktadır ve hakkını almak istemektedir. Sonny şunu der: ‘’Bazen canını yakmak tek cevap değildir. İyi bir arkadaşın mı? (C ‘’değil’’ der.) Öyleyse kurtuldun. Bir daha seni rahatsız etmeyecek, senden para istemeyecek. Ucuz kurtuldun, unut gitsin.’’ C Sonny’e ‘’Sen her zaman haklısın.’’ diyerek hayranlığını bir daha gösterir. Gerçekten bir insanı her zaman haklı bulmak büyük bir çekim oluşturuyor. Sonny ‘’Her zaman haklı olsaydım 10 yıl boyunca cezaevinde kalmazdım.’’ diyerek öz eleştiri yapabilme yeteneğini gösterir. Cezaevi, zorluklarla başa çıkabilme yeteneğinin gelişmesi açısından bir tecrübedir. Sonny C’ye cezaevini anlatır: ‘’Hapiste yapılacak 3 şey vardır evlat; ağırlık kaldırır, kağıt oynar, başını derde sokarsın. Ben okudum.’’ diyerek cezaevinde olmasını kendi gelişimi için fırsat olarak kullanarak yapabileceği en iyi şeyi yaptığını söylemiştir. Machievelli okumuştur. Onun ünlü bir tartışması vardır: ‘’Sevilmek mi yoksa korkulmak mı?’’ ‘’Elverişlilik’’ kavramı üzerinde durulur. Sonny C’ye neden mahallede yaşadığını anlatır. Herkes onun mahallede varlığı ile kendilerini güvende hissetmektelerdir dolayısı ile onu severler. Tersini yapmak isteyen insanlar iki kez düşünürler çünkü onun yakın olduğunu bilirler. Yani ondan korkarlar. Sonny’e göre hem sevilmek hem de korkulmak bir arada bulunmalıdır, ama bir tercih yapılması gerekirse bu korkulmak olmalıdır. Ama işin hilesi nefret edilmemektir. Bu yüzden Sonny adamlarına iyi davranmaktadır. Ama burada da bir sınır söz konusudur. 

 

Sonny’nin barına motosiklet çetesi gelmek ister. Motosiklet çetesinin özelliği barı dağıtmasıdır. Fısıltı Jimmy çeteye barı terk etmeleri gerektiğini söyler. Sonny onlara bir şans vererek barda bira içmelerine izin verir. Ama çete üyeleri Sonny’e saygısızlık yaparlar. Biraları bara ve barmenin yüzüne dökerler. Sonny de önce kibarca onları kovar. Gitmemek için diretirler. Sonny kapıyı kitler. 8 adam birden donakalır. C bu sahneyi asla unutmaz. Çünkü adamların tüm cesaretleri ve güçleri gitmiştir. Bu sefer yanlış insanlara çatmışlardır. Dövülerek atılırlar. C de biraz korkarak olayı izler. Aslında izlemesi de bir tecrübedir. Sonny adamları feci şekilde döverken şunu der: ‘’Bak sana bunu yapan benim, beni unutma.’’ Sonny ve adamlarının verdiği bu ceza çetelerin bir daha böyle davranmamak konusunda düşünmelerini sağlayacaktır. 

 

Sonny silah temin etmeye çalışan C’ye şunu der: ‘’O silahla güçlü olduğunu mu düşünüyorsun?’’ C de şunu der: ‘’Hayır, ama barda olan o şeylerden sonra düşündüm ki.’’ Sonny şunu der: ‘’En çok donuna ıslatan adamlar silahlı olanlardır.’’ Sonny şunu der: ‘’Benim hayatım senin hayatın değil, ben senin okumanı istiyorum.’’ Böyle diyerek herkesin doğrusunun kişinin kendisine özgü olduğunu vurgular. 

 

C babasıyla boks maçına gider. Sonny de aynı maça gitmiştir. C önde olmak istemektedir ama babası anca arkalarda bir yerde bilet alabilmiştir. C Sonny’nin önde oturduğunu görür. Onları öne alabileceklerini teklif ederler. C babasını sayar ve yerinde kalmak ister. 

 

C otobüste gördüğü hoşlandığı kızla okulda karşılaşır. Daha önce karşılaştıklarında konuşamamış olduğu için üzülmüştür. Kızı yalnız gördüğü anda ‘’Bu şans bir daha gelmez.’’ diyerek konuşmaya gider. Kızın adını aklında tahmin etmeye çalışır ama kızla böyle bir konuşma başlatmaz. Kız onun niyetini anlayarak ismini söyler. İsmi Jane’dir. Jane’nin evine kadar beraber konuşarak yürürler. Jane onunla bir buluşma organize ederek ona değer verdiğini gösterir. Ama C fazla gergindir. Jane kitapları ağır olduğu için C’ye taşıttırır. C kitapları taşıyabilmektedir bu da flört oyunun bir parçasıdır. 

 

Filmde görüldüğü gibi siyahiler ve beyazlar birbirlerinin alanlarına girdiklerinde kovalanmaktadır. Ama siyahi bir kadınla beyaz bir erkek birbirlerini beğenmişler ve birlikte olmak istemişlerdir. Irk ayrımcılığı ve düşmanlık, insan ilişkilerine engel olan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. 

 

Siyahi birinin beyaz bölgesinde bisiklete binmesi C’nin arkadaşlarını rahatsız ederken C’yi rahatsız etmemektedir. Çünkü mantıken herkes istediği yerden geçebilir, istediği mekana girebilir, istediği yerde bisiklete girebilir. Parlak ve Kaçık Mario bisikletli siyahileri döverken C onlara engel olmak ister. Sonradan öğreniriz ki C’nin kurtarmaya çalıştığı siyahi, Jane’nin abisidir. 

 

Sonny Parlak ve Kaçık Mario’nun C’ye zarar vereceği konusunda C’yi uyarır. C Sonny’e Jane’den hoşlandığını söyler. Sonny şunu söyler: ‘’Kimsenin umrunda değil. Önemli olan senin için neyin iyi olduğu. Kalbinin söylediği şeyi yapman gerekli.’’ Sonny C’den bir test yapmasını söyler. Sonny ona kimseye vermediği arabasını verir. Bu teste göre kız arabaya erkekten önce bindiğinde erkeğin binmesi için kilidi açmıyorsa bu onun bencil olduğunu gösterir yani doğru bir kız değildir. Sonny ‘’Terk edeceksin.’’ der. C buna şaşırır. Çok büyük bir kararmış gibi gelir. Ama biriyle kurduğun ilişkide önce sen önemlisindir. Dolayısıyla toksik ilişkilere kapılmamak, uyanık olmak bir erkeğin gücüdür. 

 

C büyük bir hevesle buluşmaya gider. Jane mahalledeki kavga olayından bahseder. Bu duruma çok sinirlenmiştir. C’nin orada olduğunu bilmektedir. Ona ‘’Orada mıydın?’’ diye sorduğunda ‘’Hayır.’’ diye yalan söyler. Bu kaybetme korkusundan kaynaklanan bir özgüvensizlik yalanıdır ve fark edilir. Oysa ki ‘’Oradaydım ama kaygayı ayırmaya çalıştım.’’ deseydi çok daha iyi olurdu. Çünkü abisi de yanındadır ve onu tanımıştır. Ama yediği dayaktan ötürü gurur yaptığı için ‘’Beni o dövdü.’’ diye yalan söylemektedir. Jane C’nin yalanını yakalamıştır, bu durumda kardeşine inanmaktadır. C’nin ‘’Oradaydım ama bir şey yapmadım.’’ demesi bir anlam ifade etmemiştir. C Jane’nin kardeşinin ısrarlı yalanı karşısında sinirlerine hakim olamaz ve ağzından istemsizce ayrımcı bir küfür çıkar. Jane de bunu duyunca kendi arabalarına binip C’nin yanından ayrılırlar. Jane’nin kardeşi zafer kazanmış gibi hisseder. C buna çok üzülmüştür ama artık olan olmuştur. Görüldüğü gibi kontrolsüzce sinirlenmek insana kaybettirmektedir. 

 

C kafa dağıtmak için Parlak ve Kaçık Mario’nun çaldığı arabaya biner. Onlar siyahilere saldırmaya gitmektelerdir. C istemediği halde onaylanmama kaygısıyla onlarla takılır. Sonny gelip C’yi içine düştüğü durumdan kurtarır ve diğer çocuklara C’den uzak durması için onları uyarır. Jane’nin kardeşi Jane’e doğruyu söyleyince Jane C’yi affeder. C ‘’Başkalarının ne söylediğini umursamıyorum.’’ deyip Jane’i öper. Birkaç kere öpüşürler. C siyahileri korumak için Jane ile arabaya bindiğinde Jane’nin kilidi ondan önce açtığını görür ve doğru insan olduğunu anlar. 

 

Parlak ve Kaçık Mario silah ve molotoflarla siyahilerin dükkanına saldırır. Siyahilerden bir molotof atarak Parlak ve Kaçık Mario’nun arabalarını patlatır ve onlar ölür. C ve Jane geldiklerinde onları yanmış görürler. C ‘’Sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilmiyorum.’’ der. Arkadaşları öldüğü için üzülmektedir ama Sonny onun hayatını kurtardığı için ona minnet duymaktadır. 

 

Sonny trafikte vurduğu adamın oğlu tarafından öldürülür. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki adam öldürmek kötü bir şeydir ve şiddet şiddeti doğurur. C’nin gözlemine göre Sonny’nin ölümü cenazeye gelen kimsenin umrunda değildir. Çünkü onlar Sonny’e sevmek üzerinden değil, korkulmak üzerinden bağlanmışlardır. 

 

Lorenzo Sonny’nin cenazesine gelir ve şunları söyler: ‘’Senden hiç nefret etmedim. Sadece erken büyümesini sağladığın için sana kızgındım.’’ Sonny kendisinin kimsenin umrunda olmadığı konusunda yanılmıştır. C artık büyümüştür ve anlamıştır. Sonny ve Lorenzo’dan şunları öğrenmiştir: Karşılıksız sevmek ve sevilmek. İnsanları oldukları gibi kabul etmemiz gerekmektedir. Hayattaki en kötü şey, harcanmış yetenektir. Yaptığımız seçimler, hayatımızı sonsuza kadar şekillendirmektedir. C bir süre bara gitmeyecektir. Gangster olmak zaten onun için tek seçenek değildir, okuyup kendisine güzel bir hayat kurma şansı vardır. Ama Sonny'den öğrendiği güçlü olma, koruma kollama, sevgi verme gibi dersler çok kıymetlidir. 

KURAK GÜNLER

Kurak Günler filminin geçtiği Yanıklar isimli taşra kasabasında kuraklık ve obruklar vardır. Belediye sakinleri havaya tüfekle ateş ederek d...